13 Kasım 2018 Salı

Varoluş Sancısı



Belli bir yaşa geldiğimde etrafımdaki her şey sanallaşmaya başladı. Dünya gerçekliğini gitgide yitirmişti. Sanki her an rüyadaymış gibi hissediyordum. Bazen yürürken veya bir işle meşgulken bu düşünce aklıma gelirdi ve geldiğinde nasıl yürünüceğini veya nasıl ellerimi kullanıcağımı bir anda unutuveriyordum. Etrafımdaki insanları taklit ederek yürümeye çalışıyordum...

Bedenim bana ağır ve gereksiz geliyordu, yaşam anlamsız geliyordu. Yaşama ayak uydurmak için günlük görevlerimi yerine getirip bir an önce okumaya veya derin düşüncelere dalmak için zaman kovalıyordum.
Hep geçmişte yaşadığımı düşünüyordum; aslında bu dönemki yaşamım bir rüyaymış ve ben tarihin her hangi bir kısmında, Osmanlı'da ağaç tepelerinde kitap okurken uyuyakalan o aynı haylaz kızmışım...
Durum tabii ki böyle değildi. Bu benim dönemime,


günümüze ayak uyduramadığımdan dolayı kendime kaçış olarak seçtiğim bir düştü.

Günler geçtikçe bu düşü de reddettim, ve bedenime aykırı bi şekilde kuş olarak hayal etmeye başladım kendimi. Sadece uçmak istiyordum. Özgür olmak istiyordum. Bedenim beni boğuyormuş gibi geliyordu ve ben göğüs kafesimin içine hapsolmuş o kuşu salıvermek istiyordum. Bedenimi parçalamak istiyordum.

O da olmadı ve yıllar geçtikçe okuduğum kitaplarla teşhisi koydum, kendimi kar küresine kapalı kalmış bir figür gibi hissediyordum. Dinimi sorguluyordum ama bir yaratıcı vardı, böyle hissediyordum. Bu yaratıcı bana söz hakkı tanımamıştı ve ben küresine kapanmış etrafında olan olayları izleyen bir küre figürüydüm. Konuşma hakkım yoktu, çünkü söylenenler söylenmişti; seçme hakkım da yoktu, çünkü ne yaparsam yapayım bazı şeyler değişmiyordu.

Ama bu ben değildim. Bu beden ben değildi. Ve yine yıllar geçti. Yaşımın getirdiği çocuklukla bu sefer de kendimi insanların nasıl algılayacağına göre şekillendirdim. Kilolar alındı, verildi; saçlar uzadı, kısaldı. Yine olmadı, olduğum gibi hissetmiyordum. Bu yapaylıktan kurtulamadım, yine bir küreye kapatılmışım gibi hissetmeye devam ettim. Ama fazlası olmak istiyordum. Görünüşten ibaret olmamak. Sanat gibi olmak. İnsanlara bir şeyler hissettirmek...






Yine de bu sanallıktan kurtulamadım.
İnsanların da benim gibi düşüncelere sahip olmasını, kendilerine ait evrenleri, dünyaları olmasını, o kafeden çıktığımda, kafedeki insanların hala hayatlarına devam ediyor oluşunu kavrayamıyorum. Sanki ben gitsem de onlar orada durmaya devam ediyorlarmış gibi...
Bunun empatisini kuramıyorum; insanlar bıraktığım yerlerde kalmıyorlar. Yaşamaya devam ediyorlar.

Benim içinse sanki yaşadığımız dünya Simsmiş gibi.

Aslına bakarsak hala bu düşünceyi sorguladığımda, yürümeyi anlık olarak unuturum sanki gerçekliğin bug'ını bulmuşum gibi, nedendir bilmem.


   Homo Deus 
Bu soruya henüz bir yanıt bulamadık. Binlerce yıl önce, felsefeciler kişinin kendi zihninin varlığı dışında başka kimsenin zihninin varlığından kesin olarak emin olamayacağını fark etmişlerdi. Karşımızdakinin bilinçli olduğunu varsaysak bile bundan emin olamayız. Belki de ben kainatın tamamında bir şeyler hisseden tek varlığımdır ve diğer tüm insanlar ve hayvanlar robotlardan ibarettir. Belki de rüya görüyorumdur ve tanıştığım herkes rüyamdaki karakterlerdir. Belki de sanal bir dünyaya hapsolmuşumdur ve diğer tüm varlıklar sıradan simülasyonlardır.
 - Yuval Harari

...acaba